Enid Blyton ‘in kaleminden Gizli Ada çocukluğumda elimden düşürmediğim , tekrar tekrar okuduğum harika bir çocuk kitabıydı..İnternette aratarak ikinci el olan orijinal bir versiyonuna ulaşınca çok ama çok mutlu oldum.2017 yılında yeni cildiyle yapılan baskısı da var. Yılların eskitemediği bir maceralar serisinin bir o kadar etkileyici kitabi. Bu kitabi ne kadar severek okuduğumu bir gece çok yakın bir koç dostumla okumak üzerine yaptığımız sohbet sırasında, ben de birtakım çağrışımlar yapmış olmalı ki, yıllardır hatırlamadığım , aklımın ucundan geçmeyen bu çok sevdiğim çocukluğumun hatırası birden canlanıverdi önce zihnimde, sonra kalbimde…öyle bir sıcaklık hissettim ki kalbimde uyanan, o zaman o kitabın çocukluğumdaki yerini anımsadım: Dönem İtalyan Lisesi Preparatoria A senesi, ilkokulu geride bırakmış, yepyeni bir ortama , okula ve kültüre başladığım bir dönem. Kitap yaşantılarından çok da memnun olmayan bir grup arkadaşın, yeni arkadaşları tarafından kendilerine bahsedilen Gizli bir Ada’ya yapmaya karar verdikleri kaçış planı üzerine kurulu…Heyecanla bugünlerde bu kitabı o zamanki heyecan dolu çocuğun yetişkin bir versiyonu olarak elime almak için sabırsızlanıyorum, hayalim okumayı yazmayı bu yıl öğrenen sevgili oğlum da okuduktan sonra bu kitap üzerine edeceğimiz sohbet üzerine…
Bu kitabi bugünlerde bu kadar düşünürken; Gestalt’i temel alan bir sohbetin , böylesine derinlerde kalmış bir kitabin bendeki izlerini açığa çıkarışına bir kere daha hayran oldum. Burada net hatırladığım kitabin tamamı değil, o maceraya atılan çocuklardaki heyecan ve kendilerine ait özel bir adaya doğru özgürce yola çıkmalarına duyduğum hayranlığın bende bıraktığı hissi. Çünkü ilk hatırladığım, kitabın isminden önce bende bıraktığı his oldu..
Bu kitap bana kendimizle ilgili farkındalıklarımız ve fark ettikten sonra sahip olduklarımız hissi üzerinden ilham verdi ve bu blog yazısı klavyemden kendiliğinden dökülmeye başladı….
Gizli ya da gizemli bir adaya bir maceraya çıkacağınızı hayal edin. Benim küçüklüğümde ıssız bir adada yalnız kalan yanına alacağın 3 şey ya da 3 kişi olarak sorulan soruyu, ben bugünkü gözümden , sezimden yola çıkarak size biraz daha farklı bir açıdan soruyorum..
Yanımıza almak isteyeceğimiz o 3 şey her ne ise mutlaka kullanışlı, dayanıklı, bizi hayatta tutacak , sonra da bize iyi gelecek, bizi eğlendirecek, adada sıkılmamıza fırsat vermeyecek, onlarsız yapamayacağımız şeyler arasından seçilirdi genelde..
Ya da 3 kişi olsa seçilen, o 3 kişi mutlaka en sevdiğimiz, kendimizi onun yanında olduğumuz gibi hissedebildiğimiz , bizi koruyup kollayan, güven yaratan, sonra yine yanında iyi ve keyifli hissedeceğimiz , güvenebileceğimiz birileri olurdu sanırım. Ardından da eğleneceğimiz, yine beraber olmaktan keyif duyacağımız, önümüze çıkacak sürprizleri paylaşmak isteyeceğimiz, beraber ileri atılmaktan çekinmeyeceğimiz, cömertçe paylaşacağımız ve yine bizim sevip gözeteceğimiz, korumak isteyeceğimiz birileri olurdu..
Peki ya o gizli adayı tek başımıza, yalnızca ‘kendimizi’ yanımıza katarak , kendi kendimizle yapacağımız bir yolculuk olarak ele alsak kendimizin hangi yanlarını, hangi yönlerini ve hangi işlevlerini yanımızda taşımak isterdik..İlk etapta, “Yok ben yalnız adada tek başıma yapamam, hayatta yalnız kalamam , zaten bırak yalnız kalmayı hayatta kalamam” olurdu herhâlde iç sesimizin ilk tepkisi; o kadar başkaları ile var olmaya alışmış ki, kimi derinlerde tekrar yüzeye çıkmayı bekleyen, bizi biz yapan özelliklerimiz…Sonra biraz dikkatimizi verebilirsek bu ilk tepkimize, belki neden korkuyorum, nedir bu ‘yalnızlık hiçliği’ (yalnızken bir hiç olduğumuz duygusu, hep başkalarıyla var olduğumuz, kendine yalnız tahammül edemeyen, kimi zaman da yalnız kalmamak için mutlaka bir yoldaş arayan halimiz)ilk sorumuz olurdu kendimize. Burada bahsettiğimiz kimsesiz olmak, ailemizden , sevdiklerimizden ayrı olmak değil elbet, var olan sevgi ve aile düzenimiz içinde, ya da sahip olduğumuz ne varsa aileye, ait olmaya dair hissettiğimiz( ama bir ana kucağı ama bir dost kucağı, her kim ise ailemiz hissettiğimiz o sığınak), onlara rağmen, onların varlığında, kendi kendimize yeteceğimizi hissettiren, kendi kendimizle baş başa nasıl yaşadığımız…Kalabalığın içinde konuşan zihnimizle yalnız kalmak, acıyan, sevgi duyan, zaman zaman üzülen, zaman zaman mutluluktan tasan, sesini duyurmaya çalışan kalbimize kulak kesilmek, kimi zaman da ağrıyan, kasılan bedenimizin çağrısını duymak için ihtiyacımız olan yalnızlık kast ettiğim…
Onun için bu bir hayal daveti, gizli , ıssız bir adada duymayı denemek kendimizi. Yanına almak istediği eşyalar, ya da kişilerin özelliklerine dikkatimizi vermek, ilk korkuyu geride bırakıp, o konforlu sandığımız ama aslında kendi kendimizi duymadığımız gerçek konforsuzluk olan o alandan çıkmak için neye ihtiyacımız olduğunu duyumsamak. Korkuları, dirençleri , sınırlandıran kalıpları tanımladıktan sonra yola çıkış hazırlığı için, zaten bizde en başından beri var olan, başladığımız yere dönme cesaretini bulmak: bu aradığımız özelliklerin hangileri bizde var, hangileri bizi bu yolculuğa çıkarır, hangileri yolda tutar, hangileri bizi zaman zaman zorlar, hangileri sağ salim dönmemiz için bize destek olur.. Ama en önemlisi kendimizde zaten var olan başkalarında aradığımız, yanımıza almak istediğimiz özelliklere ve bizi destekleyecek ihtiyaç duyduklarımıza erişim sağlayacak o enerjimize ulaşmak. Dikkatimizi kendi içimizdeki enerjiye verdiğimizde, yanımıza yoldaş edeceğimiz o yoldaş kendimiz olsa: kendimizi koruyup kollayan öz şefkatimiz olsa, güvendiğimiz iç sesimiz olsa, cesaretle sergileyeceğimiz kırılganlığımız ve sahiciliğimiz olsa, keyif almayı bilen, keşfederken eğlenen, deneyimden kaçmayan , deneyimden zevk alan merak duygumuz olsa, kullanışlı ve dayanıklı tutunma gücümüz olsa, ruhumuzu besleyen iç dengemiz olsa. Gizli Ada’da doya doya kullanacağımız zamanımız (an) , alacağımız karar(seçme gücü) ve harekete geçme gücümüz olsa( özgürlük)…